Totaliter buyruk

18 Haziran 2023

Scholz hükümeti geçen Çarşamba büyük bir tamtamla “Savunmacı. Dayanıklı. Sürekli. Almanya için bütünleşmiş güvenlik” başlığını taşıyan “Ulusal Güvenlik Stratejisini” kamuoyuna tanıttı. “Feminist dış politika”, “değerlere dayalı savunma” veya “demokrasi ve insan haklarının korunması” gibi, kulağa hoş gelen, ama içi boş söylemlerle süslü 76 sayfalık strateji belgesi, Alman emperyalizminin yayılmacılığı totaliter bir buyruk olarak yaşamın her alanına hâkim kılma çabasının bir kanıtı. Silahlanma bütçelerini kutsal kâse hâline getiren ve her Alman yurttaşını “savunma için katkı sunmaya” zorunlu kılan belgenin düşman resmi ise beklenildiği gibi Rusya oldu. İkinci sırada ise “Ortak, rakip ve sistemik hasım” olarak nitelendirilen Çin Halk Cumhuriyeti yer alıyor.

“Ulusal Güvenlik Stratejisiyle” Alman sermayesinin muhafazakârlara yaptıramadığını SPD ve Yeşillere yaptırabildiğine dair tezimiz bir kez daha teyit edilmiş oldu. Böylelikle SPD ve bilhassa Yeşiller, liberallerin de desteğiyle askeri-sınai kompleksin temsilciliğine dönüşümlerini tamamlamış oldular. Belge hayli kapsamlı tespitler yapmasına rağmen pratik sonuçlara değinmiyor olsa da Alman emperyalizminin önümüzdeki yıllar için yaptığı perspektif tercihini gözler önüne seriyor.

Aslında belgeyi uluslararası siyasette meydana gelen derin değişimlere verilen bir yanıt olarak da okuyabiliriz. Nihâyetinde Almanya, AB ve Transatlantikçi Batının dünya çapındaki etkileri zayıflıyor. Çin Halk Cumhuriyeti güçlenirken, aynı zamanda Afrika, Asya ve Latin Amerika’nın çeşitli ülkeleri için eski sömürgecileri olan Batıya karşı bir alternatif oluşturuyor. Rusya da bazı coğrafyalarda, özellikle Suriye ve Batı Afrika’da etkinliğini artırarak Batıyı geri püskürtebiliyor. Gelişmekte olan eşik ülkelerinin BRICS veya Şanghay İş Birliği Örgütü gibi ittifaklara katılımı artıyor. Bir zamanların süper gücü ABD’nin hegemonyası altındaki dünya yerine, çok kutuplu dünya düzeni – hâlâ emperyalist-kapitalist etki altında olmasına rağmen – günümüzün gerçeği hâline geliyor.

Scholz hükümetinin strateji belgesi tam olarak bu gerçeği tanıyor ve çıkarları açısından büyük bir meydan okuma olarak algılıyor. Rusya’yı “Avro-Atlantik alanının barışı ve güvenliği için öngörülebilir zamandaki en büyük tehdit” olarak tanımlayarak, Alman ordularının “Avrupa’nın en güçlü konvansiyonel silahlı kuvvetleri hâline getirilmesinin” gerekçesini yaratıyor. Belge Avrupa’nın henüz NATO’ya (ve Transatlantik korunmaya) ihtiyacı olduğunu tespit ederken, aynı zamanda AB’nin uzun vadede “kendi güvenliği ve hükümranlığını tek başına etkin biçimde koruyabilen ve jeopolitik hareket yeteneğine sahip bir aktör” hâline getirilmesi hedefini koyuyor. Bunun içinse AB üyesi ülkelerden “modern, güçlü silahlı kuvvetler” oluşturmaları için silahlanma bütçelerini artırmalarını” talep ediyor.

“Vatan cephesinde” herkesin, hatta her sivil kuruluşun “savunma yükümlülüğü” altına girmesi istenirken, dünyanın bütünü, gerçek ve siber uzay Almanya’nın güvenliğini sağlayacak ordu, polis ve istihbarat teşkilatının “ilgi alanı” hâline getiriliyor, federal ve eyalet düzeyindeki tüm bakanlıkların ve devlet kuruluşlarının bu anlayışla koordineli çalışmalarını zorunlu kılıyor. Daha önceki “Beyaz Kitaplarda” olduğu gibi açıkça ifade ediliyor olmasa da tedarik zincirlerinin, ticaret yollarının, enerji ve hammadde kaynaklarına ulaşımın serbest olması ve kontrol altında tutulmasının “Almanya’nın ekonomisi, refahı ve iç barışı açısından yaşamsal önem taşıdığından” gerektiğinde askeri araçlarla “korunacağına” atıfta bulunuyor- elbette BM Şartını ve uluslararası hukuku “despot ve otokrat yönetimlere karşı koruma” gerekçesiyle!

Alman emperyalizminin “Ulusal Güvenlik Strateji” belgesinin Kürdistan ve Türkiye halklarını ve bölgenin ezilen ve sömürülen sınıflarını da olumsuz etkileyeceğini iddia etmek için kâhin olmaya gerek yok. Çünkü meşrulaştırdıkları ve iş birliğini geliştirme sözünü verdikleri AKP-Saray-Rejimi yönetimindeki Türkiye Alman emperyalizminin Balkanlar-Kafkaslar ve Orta Doğu üçgenindeki çıkarlarının korunması için biçilmiş kaftandır. 150 yılı aşkın bir süredir olduğu gibi…