Savaş, nereye kadar?

12 Mart 2023

Alman Şansölyesi Olaf Scholz’un geçen hafta Washington’da ABD Başkanı Biden ile yaptığı görüşmenin detayları nedense medyada pek yer almadı ve iki tarafın açıklamaları da olağan diplomatik söylemin ötesine gitmedi. Bu alışılmadık durumun kendisi çok şeye işaret ediyor. Dünyanın önde gelen iki siyasetçisinin basına doğru dürüst açıklama yapmadan ayrılmaları spekülatif yorumlara kanmayı olası kılıyor, ancak üstünkörü bir bakış dahi Batı ittifakının öncü güçlerinin Ukrayna savaşının nereye kadar sürdürüleceği konusunda bir türlü anlaşamadıklarını görmeye yetiyor. Kanımızca ABD ve Avrupa’nın Ukrayna savaşının ve Rusya’ya yönelik yaptırımların sonuçlarından farklı etkilenmeleri bu anlaşmazlığın temel nedeni.

Aslına bakılırsa, Transatlantikçilerin tüm savaş sarhoşluğuna ve hezeyanlarına rağmen gerek ABD’nde gerekse de Avrupa’da Ukrayna savaşının daha ne kadar sürdürülebileceği ve olası olumsuz sonuçları konusunda kafa yoranların sayısı giderek artıyor. Özellikle ABD kamuoyunda Biden yönetiminin savaş politikasına yönelik desteğin hızla azalması ve bunun önümüzdeki yıl yapılacak olan Başkanlık Seçimlerinde Biden’in yeniden seçilmesini riske sokması, Washington’da tartışmalara yol açıyor. Wall Street Journal ne zamandır strateji değişikliği tartışmalarını sayfalarına taşıyor. Aynı şekilde Selenski Paris’i ziyaret ettiğinde Scholz ve Macron’un kendisine “Moskova ile barış görüşmeleri üzerine düşünmesini” salık vermelerinin, Batının Ukrayna konusunda bir siyaset değişimine hazırlandığına işaret ediyor.

Almanya’daki burjuva medyasına düşen haberlerin satır aralarına ve kimi yorumlara baktığımızda emperyalist merkezlerdeki tartışma konularını kabaca şöyle sıralamak mümkün: Birincisi, Batının Ukrayna’daki rejime bugüne kadar olduğu düzeyde silah yardımı yapmaya devam etmesi, 2014 öncesi sınırları yeniden çizmek yerine, Ukrayna’nın ekonomik ve demografik kan kaybını hızlandıracak uzun ve kanlı bir yenişememe durumuna yol açabileceğidir. Aynı şekilde, ikincisi, Ukrayna’daki rejimin deklare ettiği ve en azından ABD ile Britanya’nın onayladığı 2014 öncesi sınırlara askeri yöntemlerle ulaşma hedefinin öncelikle Avrupa’yı son derece olumsuz etkileyecek biçimde silah yardımlarının artırılmasıyla olanaklı olacağıdır – ki bu da Avrupa’daki NATO ülkelerinde kitlesel yoksulluğu artırarak kamuoyu desteğini azaltacaktır. Üçüncüsü, Avrupa’daki NATO üyesi ülkelerin ekonomilerini savaş ekonomisine dönüştürmeleri, taşıdığı toplumsal risklerin yanı sıra, Rusya’ya yönelik konvansiyonel savaşa önünde sonunda NATO’nun da doğrudan katılımına ve Ukrayna’ya NATO birliklerinin gönderilmesine yol açabilir. Buradan hareketle de dördüncüsü, NATO’nun Rusya’ya karşı topyekûn savaşa katılması, en azından Avrupa’yı yok edebilecek bir nükleer savaşı tetikleyecek olmasıdır. Çünkü savaş sarhoşluğu nükleer cephaneye sahip olan bir ülkeyi nükleer savaşa girmeden mağlup edebilmenin olanaklı olmadığının görülmesini engellememektedir.

Bu olasılıklar ve fazlası Berlin ve Paris’te baş ağrılarına yol açmaktadır. Görüldüğü kadarıyla iki başkentte de siyaset kulislerinde Ukrayna’nın uzun vadede Rusya’yı Doğu Ukrayna ve Kırım’dan çıkartamayacağı ve “şimdiye kadarki yoğunlukta süren savaşın Ukrayna için sürdürülemez olacağı” kanısı yaygınlaşmaktadır. O açıdan gerek Scholz ve Macron’un “Moskova’yla barış görüşmeleri üzerine düşünme” tavsiyesini, gerekse de Çek Cumhuriyeti’nin yeni başkanı Pavel’in “zafer için toplumun kabul edemeyeceği sayıda kurban verileceği belli olduysa, o zaman farklı yollar üzerine kafa yormak gerekir” şeklindeki açıklamasını, ABD’nin Avrupalı müttefiklerinin çıkış senaryoları geliştirdikleri biçiminde okumak doğru olacaktır.

Şüphesiz Biden yönetimi de bunu görmekte ve Ukrayna ordusunun olası muharebe başarılarının çıkış senaryolarını erteleyeceğini düşünmektedir. Ancak ABD’nin içinde bulunduğu ekonomik, mali ve toplumsal kıskaç ve Hint-Pasifik Stratejisinin gerekleri Biden yönetiminin Ukrayna politikasını yeniden gözden geçirmesini dayatmaktadır. Washington’daki realistler, aynı Almanya’daki Avrupacılar gibi, Rusya’yı yıpratma savaşının Bumerang etkisine yol açacağı görüşündeler. Savaş, elbette barış görüşmelerine kadar devam edecektir. Ancak insanlığın bu barış görüşmeleri için ödediği bedel her geçen gün daha da artmaktadır.