NATO medyası, dezenformasyon ve propaganda

NATO medyası, dezenformasyon ve propaganda

20 Şubat 2022

Karl Marx, “Basının birincil özgürlüğü, iktisadi teşekkül olmamasıdır” der. 21. Yüzyıl koşulları altında böylesi bir basın özgürlüğünü tahayyül etmek dahi neredeyse olanaksız. Halbuki daha otuz yıl öncesinde en azından burjuva medyasında “bağımsız gazetecilik” ilkelerine göre çalışan, hükümetlerin ve siyasetçilerin açıklamalarına her zaman belirli bir şüpheyle yaklaşan ve haberlerini teyit etmeksizin yayınlamayan gazeteciler tanıyorduk. Bugün ise, bırakın basın ahlak ve ilkelerine uyanları görmeyi, sermaye fraksiyonları arasında “tarafsız” kalmaya çalışan gazetecileri dahi mercekle arar olduk.

Elbette “tarafsızlık” izafi bir tanımlama. Çünkü her basın-yayın kuruluşu belirli bir trendi ve akımı temsil etmektedir ve aynı zamanda ya egemenlerin ya da ezilen-sömürülen sınıfların çıkarlarının “tarafıdır”. Özgür basın – burjuva medyası ayrımını yaptığımızda, özgür basının – tüm siyasi görüş farklılıklarına rağmen – her daim ezilen ve sömürülenlerin tarafında yer aldıklarını, yani “tarafsız” olmadıklarını vurgulamalıyız. Ancak bu vurgulama aynı zamanda bir sorumluluk anlamına da gelmektedir: her defasında burjuva basınının yalanlarını ifşa etme ve “alttakilerin” sesi olma sorumluluğu! Bu sorumluluk özellikle savaş tehlikesinin arttığı dönemlerde daha da ağır bir yükümlülüğe dönüşür.

Günümüzün burjuva medyası, bilhassa Avrupa’daki devlet ve özel medya kuruluşlarının istisnasız tümü artık birer NATO medyası hâline gelmişlerdir. Temel görevleri farklı sermaye gruplarının çıkarlarını kollamak için yürütülen ve başlatılmak istenen her türlü savaşa dezenformasyon ve propaganda araçlarıyla toplumsal rıza sağlanmasına destek çıkmak, gerçeklerin üstünü “alternatif gerçeklerle” örtmek ve yalanlar yayarak algı yaratmaktır.

Güncel Ukrayna krizi bağlamında NATO medyasının bu görevi nasıl “layıkıyla” yerine getirdiğini görebiliriz. Örneğin her medya organının devletlerin gizli servislerinin sızdırdığı haberlerin belirli bir şüpheyle ele alınması gerektiğini bilmesine rağmen, geçen hafta CIA’nin – Moskova’da görev yapan Batılı medya temsilcilerinin dahi teyit etmedikleri, hatta yalanladıkları – “Rusya Çarşamba Ukrayna’yı işgal edecek” haberi burjuva basınında manşetlerden verildi. Aynı şekilde Ukraynalı faşistlerin tahta Kalaşnikoflarla bazı sivil görünümlülere iç savaş talimi yaptırmaları, fotoğraflarla “Ukrayna halkı işgale direnmeye hazırlanıyor” başlıklarıyla yayılmaya devam edildi. Gene bu hafta içinde Rusya’nın kendi kendine “işgal için gerekçe hazırladığı” yalanı yayılarak, kendi askerleri öldürtüp savaş başlatacağı propagandası yapıldı.

Propagandanın doğrudan birinci ağızdan, yani başta ABD Başkanı Biden olmak üzere, NATO Genel Sekreteri, AB Dış Politika Sorumlusu veya çeşitli dışişleri bakanlarınca tekrar edilmesi ve medyada sürekli ısıtılıp verilmesine rağmen, herhangi bir inandırıcılığı olmadı. Tam aksine, geçen Cuma günü Alman devlet televizyonunda yayınlanan bir araştırmaya göre Alman toplumunun ezici bir çoğunluğu Ukrayna’nın NATO’ya üye edilmesine karşı çıkıyor. Alman toplumunun yüzde 81’i bu tavrıyla Rusya ile savaş çıkabilecek derecede gerginliğin artırılmasına toplumsal rıza vermeyeceğini kanıtlamış oldu.

Ancak NATO medyası bu gerçeğe rağmen dezenformasyon bombardımanına ve emperyalizmin bugüne dek defalarca savaş çıkartmak için uyguladığı propaganda tekniklerini kullanmaya devam ediyor. O açıdan, başka bir anketin de gösterdiği gibi, Avrupalıların büyük bir çoğunluğunun yaygın medyaya güvensizlik duymalarında ne denli haklı olduklarını söyleyebiliriz.

Elbette Türkiye’deki okura “yandaş medyaya” güvenmeme konusunda bir şeyler anlatmaya gerek yok. Ancak özgür basındaki meslektaşlarımıza bir anımsatmada bulunmamıza izin verilsin: NATO medyasının haberlerini her daim şüpheyle ele almak, yorumlarının hangi sermaye kesimlerinin çıkarlarını kolladığına dikkat etmek ve propagandalarına alet olmamaya çalışmak kendi yükümlülüğümüzdedir. Bu yükümlülük özgür basını özgür basın yapan en temel koşuldur.