Mültecilik üzerine

Mültecilik üzerine

»Hem enternasyonalist olup hem de böylesi kısıtlamaları savunabilecek hiç kimsenin olmadığını düşünüyoruz.

W.I. Lenin, »Sosyalist Propaganda Ligi« Sekreterine yazdığı mektupta, 1915, Eserleri (Alm.) Cilt 21, S. 435

Immanuel Wallerstein’in insanlık tarihinin »Bitmeyen hikâyesi« diye tanımladığı mültecilik ve göç, günümüzün emperyalist-kapitalist dünya düzeninin ürettiği devasa meydan okumalardan birisi olarak genel anlamıyla solun, ama bilhassa komünistlerin ve devrimcilerin önüne önemli görevler koyuyor. Ancak görüldüğü kadarıyla Avrupa’nın reformist toplumsal ve siyasi solu başta olmak üzere, komünist ve devrimci partileri »mültecilik sorunu« ve mülteciliğin içerdiği tüm sosyal sorunlar karşısında baygınlık geçiriyor. 1989/1990 karşı devriminden sonra şiddeti artarak devam eden neoliberal saldırıların yol açtığı yıkımla korku toplumuna dönüşen Avrupa burjuva toplumlarında mültecilere ve göçmenlere yönelik ırkçı-milliyetçi-faşizan yaklaşımların yaygınlaşması ve savaş sonrası üzerinde mutabakata varılmış olan burjuva demokratik değerlerinin atomize edilmesi karşısında debelenen Avrupa solu, mülteciliğe ve emek göçüne yol açan temel koşulları yeterince sorgulamadan, bunların yarattığı sorunların çözümünü, bu koşulları yaratan egemen siyasetten talep ettiği »insani tedbirlerde« arıyor.

Aslına bakılırsa mültecilik ve emek göçü tarihte her defasında özellikle refah coğrafyalarındaki işçi hareketleri ve sol güçler açısından, aynı ulusal sorunda olduğu gibi, proletarya enternasyonalizmi ruhuna aykırı kaçamak pozisyonları aratan ve ayrışmalara yol açan sınıfsal sorunlar olmuşlardır. Örneğin kapitalizmin dünya çapında emekçi kitleleri geri kalmış taşra bölgelerinden kentlerin büyük fabrikalarına çekerek, farklı uluslardan işçileri orada birleştirmesini, »ilerici görüngü« olarak nitelendiren Lenin, emek göçü konusunda gerek burjuvazinin gericiliğini gerekse de imtiyazlı durumlarından emek göçüne karşı çıkan oportünist solu hep eleştirmiştir. İkinci Enternasyonalin 1907 Stuttgart Kongresinde emek göçüyle ilgili Marksist yaklaşımlara dayanan kararın çıkartılmasına katkıda bulunan Lenin, 1915’de Japon ve Çinli işçilerin göçüne karşı çıkan ABD’li oportünist işçi önderlerini yukarıda alıntıladığımız cümleyle eleştiriyordu.

Avrupa gibi refah coğrafyalarındaki işçi hareketleri içerisinde baskın konumda olan oportünist-reformist güçler, Lenin’in Marx ve Engels’in analizlerine dayanarak geliştirdiği ve proletarya enternasyonalizmini öne çıkaran pozisyonlarından hâlâ uzakta durmaktadırlar. Emperyalist burjuvazinin yukarıdan dayattığı sınıf savaşı karşısında, gözüne ışık tutulduğunda korkudan donup kalan tavşan misali hareketsiz kalmayı yeğleyen Avrupa solu, mültecilik ve emek göçü sorunlarına enternasyonalist bir yanıt geliştirecek basirete ne yazık ki bugün de sahip değildir.

Elbette; çalışma ve yaşam koşullarını kötüleştiren güvencesizlik süreçleri, genel anlamda alışılagelmiş »sosyal devlet« erozyonu, on yıllardır devam eden kurumsal ayırımcılık ve ırkçı yabancılar/mülteciler rejimi ile birlikte dünya çapında çatışma ve savaşların yaygınlaşması, iklim felaketleri, cihatçı terör eylemleri ve uluslararası ihtilaflar, Avrupa’daki çoğunluk toplumların sağa kayışını ve zaten toplum merkezine yerleşik olan yabancı düşmanı-milliyetçi-ırkçı yaklaşımların yaygınlaşmasını körüklemektedirler. Avrupa çapında geleneksel burjuva partilerinin ve egemen siyasetin, yerelinden ülke düzeyindeki parlamento seçimlerinde ırkçı-faşist partilerin seçim zaferlerinin baskısı altına girmeleri ve toplumsal sağa kayış, salt parlamentarizme yoğunlaşmış olan Avrupa solunu doğal olarak zora sokmakta ve böylelikle işçi sınıfı ve sendikal hareket içerisinde de milliyetçi yaklaşımların yaygınlaşmasının önüne geçilememektedir. Ve elbette ki Avrupa’da – sayıları az ve toplumsal etkileri zayıf olsa da – hâlâ mücadele veren ve mültecilik / emek göçü sorunlarına enternasyonalist, dayanışmacı, müdahale edici yanıtlar ve eylemler geliştiren radikal solu bu eleştiriden muaf tutmaktayız.

Mülteciliğe yol açan temel nedenler

Birleşmiş Milletler Örgütünün mültecilerden sorumlu kurumu olan UNHCR verilerine göre 2005 yılında dünya çapından 37,5 milyon olan mültecilerin sayısı bugün 70 milyona yaklaşmıştır. Bu sayının her geçen gün daha artacağından hareket edilmektedir. Mültecilerin ezici çoğunluğu Avrupa dışındaki ülkelerde yaşamaktadır. Yoksul mülteci kitlelerin çoğunluğu itilaf bölgelerine komşu olan coğrafyalarda ve yoksul ülkelerde barınmakta, mülteciliğin ve yol açtığı sorunların yükünü bu ülkeler taşımaktadır. Emperyalist güçler Avrupa’nın sınırlarını görünen ve görünmez duvarlarla örer, Akdeniz’i mülteci mezarlığına çevirir ve despotik rejimlere mültecileri durdurmaları için milyarlarca Euro’luk yardımlar yaparlarken, Avrupa’ya ulaşabilmiş mülteci kitlelerini – Yunanistan’da olduğu gibi – insanlık dışı koşullar altına tutup, güya caydırıcılık politikasını izlemektedirler. Mültecilerin ezici çoğunluğu dünya çapında en temel gereksinimlerini karşılamaktan yoksun bırakıldıkları koşullar altında yaşamaya zorlanmaktadırlar.

Avrupa solu içerisindeki yaygın kanı, mülteciliğe yol açan temel nedenlerin savaşlar ve iklim felaketi olduğudur. Bu cümle kısmen doğru olmakla birlikte, mülteciliği yaratan koşulların asıl nedenlerini yeterince açıklayamamaktadır. Dahası »iç savaşlar« veya »etnik çatışmalar« tanımları ile asıl nedenlerin üstü örtülmektedir. Halbuki savaşlara, çatışmalara ve iklim felaketlerine yol açan koşulları yaratan günümüzün emperyalist-kapitalist dünya düzenidir, sorumluları ise emperyalist güçlerdir.

Emperyalist güçler, aralarında keskinleşen tüm çelişkilere rağmen, dünya piyasalarını uluslararası tekellerin mutlak hakimiyeti altına sokmak ve gezegenin tüm doğal kaynaklarına doğrudan ulaşabilmek için ekonomik güçlerini, bunların yetersiz kaldığı durumlarda da askeri güçlerini devreye sokmakta, vekalet savaşları, işgalleri, etnik ve dinsel çatışmaları körükleyerek, despotik ve faşist işbirlikçi rejimleri siyasi, askeri ve mali araçlarla destekleyerek kitlesel göçlere ve aynı zamanda doğal kaynakları talan edip, örneğin geniş tarım arazilerini biyoyakıt üretimine açarak, açlık, yoksulluk ve sefaletin yaygınlaşmasına neden olan koşulları yaratmaktadırlar. IMF, Dünya Bankası veya Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslar üstü kurumlar kanalıyla, uluslararası mali sermayeyi koruyan tahkim sözleşmeleriyle ve serbest ticaret antlaşmalarıyla tahakküm altına aldıkları yoksul veya gelişmekte olan ülkelere neoliberal uygulamaları dikte etmekte ve bu ülkelerde dramatik toplumsal değişimlere yol açmaktadırlar. Yoksul ülkelerdeki dönüşümler köylülüğü yaygın biçimde proleterleştirirken, iç göçler hızlanmakta ve toplumsal ihtilaflar çoğalmaktadır. Eşik ülkeleri ve yoksul coğrafyalar düzensizleştirme, esnekleştirme ve özelleştirmelerle daha da yoksullaşmakta, genişleyen enformel sektör sosyal güvencesizliğin yaygınlaşarak, iç göçlerin artmasına ve oradan geniş kitlelerin mülteciliğe ve dış göçe zorlanmasına neden olmaktadır. Böylelikle küresel işçi sınıfının küresel yedek ordusu hızla büyümektedir.

Ne yapmalı?

Savaşların, açlık ve yoksulluğun, sömürü ve iklim felaketlerinin mülteciliğe yol açan koşullar ve asıl sorumluların emperyalist güçler olduğu tespiti tabii ki »ne yapmalı?« sorusunun yanıtlanması için yeterli değildir. Ve elbette, kesin olan emperyalist-kapitalist dünya düzeni yıkılmadan yol açtığı tüm koşulların aşılması mümkün değildir. Ancak devrimciler olarak sosyalist devrimi bekleyecek hâlimiz olmadığına göre, bugün ve burada ertelenemeyecek görevlerimiz olduğunu unutmamalı ve ona göre davranmalıyız.

En başta dayanışmacı pratiği hayata geçirmeli ve Avrupa’nın neresinde, hangi ikamet statüsünde olursak olalım gerek kendi öz örgütlerimizle gerekse de Avrupa’daki radikal sol kesimler, girişimler ve yapılanmalarla birlikte siyaset değişimi için verilen mücadelelere aktif katılmalıyız. Bu girişimler ve yapılanmalar Avrupa’da uzun yıllardır mültecilik ve göç politikalarında değişim için farklı taleplerde bulunuyorlar. Bunlardan ön gelenleri şunlardır:

  • Dublin III adını taşıyan sınır rejimi sonlandırılmalıdır! Bu rejim mültecilerin Avrupa’ya adımlarını attıkları ilk ülkenin sığınma işlemden sorumlu olduğunu belirliyor. Ve tek amacı, AB’nin sınır ülkelerinin kendi sınırlarını her türlü göçe kapatmaları için baskı uygulamak ve »caydırıcı« önlemler almalarını sağlamaktır. Çekirdek Avrupa bu şekilde kendisini her türlü sorumluluktan muaf tutmakta, göçün yükünü zaten zayıf olan üyelere yüklemektedir.
  • Sığınma yerinin serbest seçimi! Mültecilerin zorla sınır dışı edilmelerine son! Sığınma işlemleri mültecilerin seçtikleri ülkelerde olmalıdır! Serbest seçim ilkesi mültecilerin, akrabalarından veya topluluklarından en fazla yardımı alabilecekleri ülkelere gidebilmelerine olanak tanıyacaktır.
  • 1993 yılında yürürlüğe giren »Güvenli köken ülkeler ve üçüncü ülkeler« kuralı kaldırılmalıdır! Alman emperyalizmi bu kuralı koyarak, tüm komşu ülkeleri ve iş birliğini yürüttüğü rejimleri »güvenli« olarak tanımlayıp, mültecilik ve göçü kısıtlayıp, yurt dışı etmeleri kolaylaştırmıştı.
  • Kamplarda ve yurt dışı edilme hapishanelerinde zorla tutulma, çalışma yasakları ve Sığınmacı Adayları Yardım Yasası yürürlükten kaldırılmalıdır!
  • İllegalize edilmiş mülteciler ve göçmenler eşit yurttaşlık haklarına kavuşturulmalıdırlar! Herkese eşit eğitim ve sağlığa ulaşım hakkı tanınmalı ve sömürü ve şiddete karşı korunma sağlanmalıdır!
  • Eşik ülkelerinde mülteci kampları kurulması uygulamasına son verilmeli, var olan kamplarda gereksinimlerinin karşılanacağı, koruma bulabilecekleri, eğitim ve destek alabilecekleri koşullar sağlanmalı, insanca yaşayabilecekleri ortamların kurulması için gerekli mali yardımlar verilmelidir!
  • Her türlü silah ihracatına son verilmelidir!
  • Sadece mülteciler için değil, Avrupa’daki nüfusun tümü için ödenebilir konut inşaatı yatırımları gerçekleştirilmelidir! Geçici ikamet için inşa edilen konutlar, insanca yaşamı olanaklı kılacak kalitede olmalıdır!
  • Birleşmiş Milletler Örgütü’nün mültecilere yardım sağlayan kurumları için kısıtlanan bütçeler tekrar artırılmalı, özellikle savaş, felaket ve ihtilaf bölgelerine yönelik yardımlar yükseltilmelidir!
  • Mültecileri avlama ve kovalama ajansına dönüşen Frontex kurumu hemen dağıtılmalıdır!

Mültecilere ve göçmenlere eşit haklar verilmesi için verilen mücadele aynı zamanda mültecilik ve göçün kriminalize edilmesine karşı çabaları da içermektedir. Mülteciliğe ve emek göçüne neden olan koşullar keyfi politikalarca değil, bizzat emperyalist-kapitalist dünya düzeni tarafından yaratıldığından, bugün ve burada mültecilik ve göç politikalarının değişimi için verilen mücadele, aynı zamanda Avrupa ve dünyadaki ekonomik, sosyal ve siyasi koşulların değişimi için verilen mücadelenin kopmaz bir parçası olarak sürdürülmelidir. Bunun sorumluluğu da bizlerdedir.