Kurtuluş günü ve umut ışığı

Kurtuluş günü ve umut ışığı

8 Mayıs 2020

75 yıl önce, yani 8 Mayıs 1945’i 9 Mayıs 1945’e bağlayan gece, Sovyet insanının ve Kızıl Ordu’nun müthiş özverisi sayesinde Avrupa’nın Alman faşizminin prangasından kurtulduğu ilân edilmişti. 8 ve 9 Mayıs 1945, aynı Büyük Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği 7 Kasım 1917 gibi, 20. Yüzyılın ve kanımızca bu ana kadarki insanlık tarihinin şüphesiz en önemli olgularından birisidir – salt komünistler, devrimciler ve antifaşistler için değil, barışçıl ve eşit haklı bir gelecek arzusu taşıyan tüm insanlar için! Lenin’in 1917’de imzaladığı »Barış Kararnamesi« nasıl tarihsel bir kırılma anı olduysa, 8 ve 9 Mayıs 1945’de Alman faşizminin koşulsuz kapitülasyonu imzalaması benzer bir kırılma anıdır. Gerek 1917, gerekse de 1945 ezilen ve sömürülenler için bir kurtuluş günü ve umut ışığı olarak işlev görmüşlerdir.

Büyük Ekim Devrimi emperyalist savaşlar zincirini kırarak, dünya çapında işçi sınıfına ve emekçilere, aynı zamanda ezilen uluslara kurtuluş ve özgürlük mücadeleleri için ilham vermiş, umut olmuştu. Alman faşizminin dize getirildiği 1945 de benzer bir önem taşıyordu. Çünkü Avrupa Yahudilerini topyekûn yok etmeyi, Sovyetler Birliği’ni yıkmayı ve Doğu Avrupa halklarını köleleştirmeyi hedefleyen ve sadece Sovyetler Birliği’nde 27 milyon olmak üzere, on milyonlarca insanın yaşamına mal olan Alman faşizminin yenilgisi ile büyük bir emperyalist komplo da bertaraf edilmişti. Evet, faşizmden kurtuluş için ödenen bedel büyük oldu, ama umutlar da büyüktü.

Bugün, 75 yıl sonra geriye baktığımızda, bu umutların kaybolduğunu söyleyebilir miyiz? Kanımızca hayal kırıklıklarından bahsetmek daha doğru olacak. Bilhassa reel sosyalizmin yenilgisinden, daha doğrusu 1989/1990 karşıdevriminden sonra. 1989/1990’dan bu yana, Alman faşizminin iktidara ele geçirişinin, yani karşıdevrimin emperyalist savaşlarla eşdeğer olduğunu defalarca görmek zorunda kaldık. Karşıdevrim her zaman savaş ve tarih rövanşizmi demektir. Faşizmden kurtuluşun 75’inci yılında da tarih rövanşizmi ile savaş politikalarına ve militarizme yeni ivme kazandırılmaya çalışılmaktadır.

Kuruluş harcı antikomünizm olan NATO ve AB egemenleri bugünlerde tarih rövanşizmlerini zirveye çıkarıyorlar. Avrupa Parlamentosu geçen yıl 19 Eylül 2019’da büyük çoğunlukla kabul ettiği ve İkinci Dünya Savaşının doğrudan Alman faşizmi ve Sovyetler Birliği’nin ortak çabalarıyla çıktığı demagojisini yaydıktan sonra, bugün »faşizm, komünizmle mücadelede gerekli bir araçtı, ama kontrolden çıktı ne yazık ki« türünden görüşler kamuoyu görüşünün manipülasyonu için yeniden devreye sokulmaya çalışılıyor.

Ancak bu çabalar sadece propaganda için değil. Her zaman olduğu gibi emperyalist propagandayı reel askerler ve panzerler takip ediyorlar. Örneğin tam da 8 ve 9 Mayıs 2020’de NATO’nun son 25 yıldaki en büyük askerî manevrası Rusya sınırında gerçekleştirilecekti. Ancak Corona-Pandemisi nedeniyle bu planlarda değişiklikler yapıldı. Manevranın amacı, ABD emperyalizminin »Ulusal Güvenlik Stratejisinde« yazdığı gibi, »Görevimiz ABD’nin askerî üstünlüğünün devam ettiğini göstermek ve (…) ordularımızın caydırıcı güce sahip olduğu algısını güçlendirmektir.« Bu amaca uygun olarak hâlihazırda »Defender 2020« askerî manevrası Polonya’da teçhizat ve birlikler açısından »küçültülmüş« şekilde devam ettiriliyor. Amaçta ise hiçbir değişiklik yok.

Alman emperyalizmi ise bu tarih rövanşizmini yeniden dünya gücü olmak için kullanıyor. Burjuva medyasının sayfaları Rusya’yı hedefe koyarken, sadece antikomünist kininden bir dirhem kaybetmemiş olan Alman tekelci burjuvazisinin gönlünü hoş tutmaya çalışmıyor, aksine Almanya’nın »nükleer pay alma stratejisine« toplumsal rıza üretmeye çalışıyor. Nükleer paydan kasıt, Almanya’nın nükleer silahlara sahip olması elbette.Görüldüğü gibi Alman faşizminin dize getirilmesinin 75’inci yılında da emperyalist stratejiler hızla uygulamaya sokulmaya çalışılıyor. Faşizme vurulan en büyük darbe, emperyalist savaşlara gerekçe olması için unutturulmaya çalışılıyor, Avrupa’nın muhtelif yerlerinde Sovyet askerleri için dikilen anıtlar yıkılmak isteniyor. Ancak burjuvazinin ve vasallarının tüm çabaları boşuna. Yerküre üzerinde tek bir komünist, devrimci veya antifaşist kalsa da ne Sovyet insanın gösterdiği özveri ne de antifaşist mücadelenin insanlığın geleceği için taşıdığı önem tarih sayfalarından silinebilir. Gerek 1917, gerekse de 1945 eninde sonunda yeni kurtuluş ve özgürlük mücadelelerine umut ışığı olmaya devam edecektir. 8 ve 9 Mayıs, aynı 7 Kasım gibi ezilen ve sömürülen sınıflar için bir bayram günü olarak kalacaktır. Bundan şüphemiz yok!