Transatlantik türbülanslar

Transatlantik türbülanslar

Bu köşe yazısı 2 Ocak 2019 tarihli Yeni Yaşam gazetesinde yayımlanmıştır.

Almanya burjuva basınını tarif etmeye kalkışmak gerekirse, kamuoyu görüşünü etkilemedeki ustalığının emsalsiz olduğunu vurgulamak gerekir. Alman devletinin kısa, orta ve uzun vadeli politikalarını, stratejilerini ve planlarını – elbette belirli bir sınır içerisinde – anlayabilmenin yolu Almanya burjuva basınının kodlarını çözebilmekte yatıyor. O açıdan Avrupa’nın geleceğini belirleyecek en etkin güç olarak Alman emperyalizmini anlayabilmek için en iyi şansınız, burjuva basınında farklı sermaye fraksiyonları temsilcilerinin yaptıkları tartışmaları takip etmektir.

Daha önceki yazılarımızda Almanya tekelci burjuvazisini oluşturan sermaye fraksiyonları arasında, Almanya’nın Avrupa Birliği çatısı altında, ABD emperyalizminin stratejik düşman olarak gördüğü ülkeler ile işbirliğini geliştirerek, ABD ile olan ilişkileri koparmadan, ABD’nin yanında ve onunla rekabet içerisinde dünya düzen gücü olma hedefini güden »Avrupacıların« ağırlık kazandığını belirtmiştik. Aynı şekilde, bu gelişmenin ABD ile sıkı işbirliğinin devamını savunan »Transatlantikçilerin« geriye püskürtülmüş olması anlamına gelmediğini de.

Nitekim Hıristiyan Demokratik Birlik partisi CDU’nun başkanlık seçimlerini Annegret Kramp-Karrenbauer’in kazanmış olması, yaptığımız tespitleri teyit etti. Ancak »Avrupacıların« Almanya’nın devlet partisi olan CDU’da güçlenmiş olmaları gerçeği, orta vadede bir nevi »Pirus Zaferine« dönüşebilir, çünkü transatlantik siyaset arenasındaki türbülansların ne tür zararlar verebileceğini henüz pek açık değil.

Şöyle açıklamaya çalışalım; Trump yönetiminin »ortak« çıkarlar yerine tekil çıkarları öncelemesi, Avrupa ekonomisi için yaşamsal etkileri olan Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti ve İran’a yönelik yaptırımcı politikaları sürdürmesi, korumacı iktisat politikaları ve askerî angajmanlarını azaltması, Trump’ın dört yıllık başkanlık süresince Avrupa için tahammül edilebilir rahatsızlık olarak değerlendiriliyor. Ancak Trump’ın ikinci kez ABD başkanlığına seçilmesi Avrupa ve özellikle Alman emperyalizmi açısından kaos faktörünün güçlenmesi anlamına gelecek.

Trump’ın ABD ordusunu Suriye ve Afganistan’dan geri çekme kararı, başta Almanya olmak üzere, diğer NATO üyesi ülkelerin uluslararası askerî angajmanlarını devam ettirmede zora sokacak. Her ne kadar Almanya ve Fransa ordularını modernize edebilmiş olsalar da, sonucunda ABD ordusunun desteği olmaksızın, örneğin Afganistan’daki işgal rejimini ayakta tutamayacaklar. Bu da dolaylı olarak Almanya’nın mülteci politikasını etkileyecek, çünkü kontrol altına alınamamış Afganistan’a sığınmacıların geri gönderilmemesi ciddi sorunlar yaratacak.

Aynı şekilde Suriye’de ortaya çıkan belirsizlik ortamı, Almanya’nın Ortadoğu’ya yönelik orta vadeli planlarını da olumsuz etkileyecek. ABD’nin Suriye’den geri çekilme kararı, Almanya açısından ülkede güç dengelerinin aleyhine değişmesi anlamına gelmekte. Alman basını tüm bu gelişmelerde ABD’nin »Batı’nın çıkarlarını korumada üstlendiği geleneksel rolden« vazgeçme düşüncesinin güçlendiğini okuyor ve karar vericilere bu gelişmenin sonuçlarını hafifletecek adımlar öneriyor.

Diyeceksiniz ki, »kodamanların kapışmasından bize ne«. Maalesef filler tepişirken olan çimenlere oluyor. Halklar, ezilen ve sömürülen sınıflar açısından önemli olan mesele, çimen olmaktan kurtulmanın yollarını aramaktır. Hiç şüphe yok: bu cesareti gösteren politik formasyonlar geleceğin belirleyici formasyonları olacaktır.