Normalleşme?

Normalleşme?

Bu köşe yazısı 7 Ekim 2017 tarihli Yeni Özgür Politika ve Özgürlükçü Demokrasi gazetelerinde yayımlanmıştır.

Federal Parlamento seçimlerinin ardından başlayan süreç, F. Alman siyasetini yakından tanıyanlar açısından öngörülebilir bir biçimde devam ediyor: Partiler koalisyon görüşmelerine ve muhalefetteki rollerine hazırlanırlarken, meclis grupları içerisindeki hiyerarşiler ya yenileniyor, ya da yeniden kuruluyor; bakanlıklar ve devlet aparatı ile hükümet finansmanıyla çalışan kurumlardaki »kariyer atlıkarıncası« dönmeye devam ediyor ve devlet çarkları yeni yağlanmış gibi işliyor. Kısacası, F. Alman siyaseti, parlamentoda hangi grup nerede oturacak tartışmasının haricinde, seçim öncesinde terk ettiği olağan haline geri dönüyor.

Bu normalleşme verili koşullarda F. Alman emperyalizminin en çok gereksinim duyduğu bir durum, çünkü uzun vadeli stratejik plan ve hesaplar, »vatan cephesinin« sorunsuz ve dimdik ayakta durmasını gerektiriyor. Irkçı AfD’nin sistemi rahatsız etmekten ziyade, neoliberal politikaları ve emperyalist yayılmacılık adımlarını destekleyici bir faktör olacağını daha önce gerekçelendirerek yazmıştık. Hükümetin ve dolayısıyla tekelci burjuvazinin asıl kaygısı, ırkçılığın yükselmesi değil, işleyen sömürü çarkının »temiz« tutulmasıdır. Çünkü, ne kadar küçük olursa olsun, çarkların arasına girecek olan kum taneleri »makinayı« bozacaktır. Zaten AfD’nin görevi, kum tanelerini çarktan uzak tutmaktır.

AB çatısı altında düzen kurucu dünya gücü olma peşinde koşan F. Alman emperyalizmi şu an öncelikli olarak AB’nin hizaya getirilmesine yoğunlaşmak zorunda. Bunun çeşitli nedenleri var. Kasım ayında Göteborg’da yapılacak olan »AB Sosyal Zirvesi«, F. Almanya’nın favoriye ettiği siyasi hattın dışına çıkma tehlikesini taşıyor. Büyük umutlarla seçilen Fransa Başkanı Macron, neoliberal reformlarına karşı oluşan güçlü direnişi hafifletmek için, Fransa’da yürürlükte olan sosyal politikaların ve asgari ücretin tüm AB üyesi ülkelerde de yürürlüğe sokulmasını talep ediyor. Macron bu şekilde, AB Komisyon Başkanı Juncker’in de desteğiyle, F. Almanya karşısındaki »rekabet zayıflığını« kompanse etmeyi hedefliyor.

Ücret ve çalışma koşullarının Fransa seviyesinde standartlaştırılması sadece ihracat şampiyonu F. Almanya’nın değil, aynı zamanda işçi ve zanaatkarlarını diğer AB ülkelerine gönderip, o ülkelerde çalıştırılmalarına rağmen geldikleri ülkelerin standartlarına göre ücretlendiren Polonya, Macaristan ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinin işine gelmiyor. Bu gidişatı engellemek ve AB iç pazarındaki hakim durumunu korumak isteyen F. Alman emperyalizmi şimdiden Doğu Avrupalı AB üyeleri üzerindeki baskısını artırmaya başladı bile.

Diğer yandan Katalonya’daki bağımsızlık girişimi, diğer AB ülkelerindeki benzer milliyetler sorununu tetiklemesi nedeniyle F. Almanya’nın başını ağrıtıyor. Belçika’da Flamanlar uzun zamandır merkezi devletten ayrılmak için çaba gösterirlerken, şimdi de zaten Güney Tirol sorununu yaşayan İtalya’da 22 Ekim’de Lombardi ve Venedik bölgelerinde özerklik referandumları yapılacak. Avusturya’ya bağlanmak isteyen Güney Tirollüler, »bugün Katalonya, yarın Güney Tirol« sloganıyla hazırlıklara başladılar bile. F. Almanya, böylesi gelişmeler AB’nde yapısal sorunlara yol açacağı ve dolayısıyla AB’ni dünya çapındaki politikaları için manivela olarak kullanma planlarını zayıflatacağından, Katalonya »sorununun« çözülmesi için bastırıyor.

Kısacası, F. Alman emperyalizminin iç politikada normalleşmeye öylesine gereksinimi var ki, hangi konstelasyonda olursa olsun, her türlü hükümet koalisyonunu kabullenecek durumda. F. Almanya’da siyaset – şimdilik – normal yolunda seyredecek gibi görünüyor.