Irkçıları yoksullar mı seçiyor?

Irkçıları yoksullar mı seçiyor?

Bu köşe yazısı 30 Eylül 2017 tarihli Yeni Özgür Politika ve Özgürlükçü Demokrasi gazetelerinde yayımlanmıştır.

Çarşamba günü yayımlanan seçim analizimize bazı itirazlar geldi. Kimi istatistiki verileri temel alan itirazlarda, »AfD’ye yoksulların oturduğu mahallelerde en fazla oy çıktığına« dikkat çekiliyor. Burjuva medyasının yorumlarına ve istatistiklerine şüphe ile yaklaşmak gereğini unutmadan, yoksul ve işsizlerden de AfD’ye oy verildiğini elbette söyleyebiliriz. Ama, »AfD’yi çoğunlukla yoksullar seçti« iddiası doğru mu? Bu iddiayı bir irdeleyelim.

Arka plana bakmadan önce araştırma enstitülerinin sayılarına bakalım: »Forschungsgruppe Wahlen« verilerine göre işçilerin yüzde 19’u, hizmetlilerin yüzde 11’i, çalışanların yüzde 5’i, işsizlerin yüzde 7’si ve emeklilerin yüzde 4’ü AfD’yi seçmiş. Örneğin Die Linke işsizlerin yüzde 21’inden oy almış. Öğrenim durumuna baktığımızda düşük eğitimlilerin yüzde 17’si ve yüksek öğrenimlilerin yüzde 9’u AfD’ye oy vermiş. AfD seçmenlerinin ezici çoğunluğu erkek ve 30-65 yaş grubundan.

Sadece bu sayılar yoksulların çoğunlukla AfD’yi seçtiği iddiasını çürütüyor. Yoksul ve işsizlerin yoğun olduğu seçim bölgelerindeki düşük katılım oranlarını dikkate almazsanız, bu iddiaya inanabilirsiniz. Aslında bu iddia, ırkçılığın, milliyetçiliğin ve Hitler faşizmine özenen muhafazakârlığın F. Alman toplumun tam ortasında yerleşik ve ırkçılığı körükleyen asıl nedenin neoliberal uygulamalar ile ırkçı ve ayırımcı göçmen politikaları olduğu gerçeğinin üstünü örtmeye yarayan bir burjuva demagojisidir.

Burjuva medyası ve partileri onlarca yıldır, »Weimar Cumhuriyeti deneyimleri, ekonomik krizlerin ve yüksek işsizliğin demokrasiyi tehdit eden partileri teşvik ettiğini kanıtladı« biçiminde özetlenebilecek bir görüşü yaygınlaştırmaya çalıştılar. Arkasında yatan temel neden ise, faşizmin »demokrasinin işleyişinde bir aksaklık« değil, kapitalizmin bir sonucu olduğu gerçeğini gizlemekti. Nitekim bugün bu iddia da çürümüştür, çünkü ekonomik büyümenin rekor kırdığı, resmî işsizlik oranlarının düştüğü ve insanların kişisel ve ekonomik durumlarından hayli memnun oldukları bir dönemde AfD gibi ırkçı ve faşist bir parti böylesine oy oranlarına kavuşabilmiştir.

Refah şovenizminin çoğunluk toplumunun köklerine işlediği günümüz F. Almanya’sı 2015’deki »mülteciler krizi« ile ırkçı, göçmen düşmanı ve faşist yaklaşımların önündeki setleri yıkan bir toplumsal iklim ile tanıştı. Neoliberal politikaların yol açtığı sosyal devlet erozyonu, Hartz Yasaları ile iyi geliri olanların dahi kısa zamanda yoksulluk sınırına düşme olasılığının artması, burjuva partilerinin birbirleri arasındaki farkları sıfırlayan elitizmleri ve seçim ile siyaset değişikliği olamayacağı algısının yaygınlaşması, yabancılaşan küçük burjuva kesimleri ve fabrikalardaki çekirdek işçi kadrolarını onlarca yıldır var olan neofaşist yaklaşımların yanına çekti.

Sonuç itibariyle AfD’yi ortaya çıkaran da, büyüten de ve şimdi parlamenter varlığını kendi lehine kullanmaya hazırlanan da F. Alman emperyalizmi ve taşıyıcısı olan tekelci burjuvazisidir. Kapitalizm, faşizmin alternatifi değil, tetikleyicisidir. F. Almanya seçimleri tek çıkış yolunun dün olduğu gibi, bugün ve yarın da işçi sınıfının iktidarı, sosyalizm olduğunu kanıtlamıştır.