Kokuşma!

Kokuşma!

Bu köşe yazısı 26 Ocak 2019 tarihli Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlanmıştır.

Bedenini ölüme yatırmış bir siyasetçi, ona katılan onlarca tutsak… Basit, hukukî, ama ülkenin geleceğini ilgilendiren haklı bir talep için yayılan açlık grevleri… Ne istiyorlar? Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılsın, Öcalan ailesi ve avukatlarıyla görüşebilsin! Böylesine basit, hukukun işlediği yerlerde üzerinde tartışma dahi olmayacak sıradan bir talep, yozlaşmış iktidarını sürdürmek için kendi anayasasını bile çiğneyen, hak-hukuk tanımayan Saray Rejiminin gerçek yüzünü göstermeye yetiyor… Leyla Güven görüşe çıkamayacak kadar zayıflamış olsa da, direnişine devam ediyor…

Eylem biçimi olarak açlık grevleri, bilhassa ölüm orucuna dönüşenleri, öylesine başlatılmaz. Eyleme geçen kişi son derece bilinçli bir kararla ve sonucunda ölümle buluşabileceği gerçeğini göz önünde tutarak direnişini başlatır. Etkin bir eylem biçimidir, çünkü tutsak teslim alınamayacağını ve iktidarın iktidarsız olduğu alanların varlığını kanıtlamaktadır. Açlık grevi eylemleri, direniş potansiyelini harekete geçiren tetikleyici olduklarından, genellikle iktidarların taviz verme yatkınlığını artırırlar…

Genellikle diyoruz, çünkü genellikle olan, toplumsal yozlaşmanın ve entelektüel sefaletin kokuşmaya dönüştüğü dönemlerde istisnadır. Bir ülkede kendilerini ezilen ve sömürülen sınıfların çıkarlarına adadıklarını söyleyenler, solcuyuz-sosyalistiz diyenler, hümanizmi ve doğa dostluğunu savunanlar varsa ve bunlar açlık grevi eylemlerini susuş kumkumasıyla karşılıyorlarsa, söylediklerinin ve yaptıklarının hiç bir anlamı kalmaz. Sadece o ülkenin üzerine çökmüş olan kokuşmuşluğu artırırlar.

Kokuşmuşluk iktidarların işine gelir, çünkü bilirler ki, direnenlerle kıvırtmadan ve dolandırmadan dayanışacakların sayısı bellidir. Örneğin Saray Rejimi Türkiye’de açlık grevine yatan Kürt siyasetçilerin toplumsal karşılık bulmakta zorlandıklarını çok iyi bilmektedir. Elindeki egemenlik aracı tılsımlı bir silah gibidir, çünkü latent ve açık ırkçılıktan başka bir şey olmayan Kürt düşmanlığı toplumsal muhalefet dinamiklerini esir almıştır. »Öcalan’a tecrit uygulanmasınmış, tam da yerel seçimleri konuşurken, olacak iş mi bu« diye düşünenlerin sayısı az mı sizce?

Halbuki tecride karşı çıkmak, hukukun uygulanması istemek günün baş görevi değil midir? Demokrat olduğunu söyleyenler için, öyle. Biz komünistler daha ileri gidiyoruz. Bizce söylenmesi gereken, sadece tecridin kaldırılması değil, başta Abdullah Öcalan olmak üzere, tüm politik tutsakların serbest bırakılmasıdır. Evet, doğru olan, yüksek sesle söylenmesi gereken: »Öcalan’a özgürlük!«tür. Öcalan’ın özgür olduğu bir ortamda Türkiye’nin kangren olmuş sorunlarının çözümü kolaylaşacaktır.

Çok mu radikal bu talep sizce? Peki, bırakın bu talebi biz komünistler ileri sürelim. Siz demokratların radikal olmanıza gerek yok. Görevinizi yapın yeter. Demokrasiyi savunun, demokrasi için hukukun üstünlüğünü savunun, demokratik hukuk devleti için mücadele edin. Tecrit kalksın, haklı talepler yerine getirilsin, Leyla Güven yaşasın deyin. Kendiniz için yapın bunu, kokuşmuşluktan kurtulmak, nefes alabilmek için… Çok şey istemiyoruz sizden, insan olun yeter!