Rejim krizde: Neden? Ve ne yapmalı?

Rejim krizde: Neden? Ve ne yapmalı?

Türkiye’deki gerici-faşist ittifakın 24 Haziran baskın seçimlerinden kırılgan iktidar ilişkilerini stabilize ederek çıkmasından bu yana muhalif kesimlerde hâlâ belirli bir kafa karışıklığı hakim. Bilhassa kentli laik orta katmanlar hayal kırıklığından ve gerici-faşist ittifaka oy veren Sünni-muhafazakâr yoksul kesimlere duydukları derin öfkeden kurtulamıyorlar. Bu kesimlerdeki hayal kırıklığının en büyük nedeninin parlamentodaki burjuva muhalefetinin salt propagandadan ibaret söylemlerine bakarak, iktidarın değiştirilebileceği hüsnükuruntusuna kapılmaları olduğunu söyleyebiliriz. Komünistler, reel güç ilişkilerini ve siyasal rejimin karakterini göz önünde tutarak, »büyük olasılıkla ya diktatörlük ya da demokrasiye açılacak yol için bir dönemeç« tespitini yapmışlar ve gerici-faşist ittifakın geri püskürtülüp, AKP-Saray-Rejimine darbe indirilmesinin olanaklı olduğunu vurgulamışlardı. „Rejim krizde: Neden? Ve ne yapmalı?“ weiterlesen

Manipülasyon mekanizması: burjuva basını

Manipülasyon mekanizması: burjuva basını

Bu köşe yazısı 24 Şubat 2018 tarihli Yeni Özgür Politika ve Özgürlükçü Demokrasi gazetelerinde yayımlanmıştır.

Sözlüklerde manipülasyon »insanların fikirlerini, algılarını ve davranışlarını onlara belli etmeden, aldatma yoluyla ve çeşitli taktikler-teknikler kullanarak değiştirmeyi amaçlayan sosyal bir etki« olarak tanımlanır. Günümüzde yaygın olarak kullanılan manipülasyon tekniğinin »bilgi manipülasyonu« olduğunu söyleyebiliriz, ki bilhassa Avrupa’daki burjuva medyası etkin manipülasyon mekanizması olarak bu tekniği en rafine biçimde kullanmaktadır. Bunu »nitelikli gazeteciliğin« tartışmasız en iyi örnekleri olduğu iddia edilen Alman kamu medyası örneğinde açıklamaya çalışalım. „Manipülasyon mekanizması: burjuva basını“ weiterlesen

Demokrasi ve Sosyalizm

Demokrasi ve Sosyalizm

Bu makale Politika Gazetesi’nin 46. Sayısında yayımlanmıştır

Demokratik ve bu bağlamda sosyal hakların genişletilmesi için verilen mücadele ile – ki, biz bunu burjuva demokrasisinin demokratikleştirilmesi olarak nitelendiriyoruz – işçi sınıfının iktidarının kurulması, yani sosyalizm mücadelesi arasındaki birbirini tamamlayıcı ilişki, uluslararası işçi ve komünist hareketinin tüm tarihi boyunca büyük bir önem taşımıştır. Günümüz emperyalist-kapitalist dünya düzeninin realitesi, kriz doğurganlığı ve saldırganlığı bu ilişkiye ayrı bir önem ve güncellik kazandırmaktadır. Gerçi bu ilişki komünistler açısından hiç bir zaman önemini ve güncelliğini yitirmemişti, ancak 1989/1990 karşı devrimi ve likidasyon uğraşları komünistlerin bu ilişkinin gereğini yerine getirmelerinde köstekleyici rol oynamıştır. Bu durum ise, işçi sınıfına, devrime ve sosyalizme olan inançlarını yitirenlerin oluşturdukları reformist akımların, özellikle ülkemizde kemalizm ile liberalizm kıskacına sıkışmış sosyalist yapıların demokrasi mücadelesini sınıfsal içeriğinden ve sosyalizm hedefli bağlamından kopartarak, kapitalizmin sınırları içerisindeki bir çözüme indirgemelerine yol açmıştır. Benzer bir gelişmeyi tersinden, sosyalizm mücadelesini demokratik özünden koparan sol sekter akımların yaklaşımlarında görmek olanaklıdır. „Demokrasi ve Sosyalizm“ weiterlesen

»Yeni devlet« değil, restorasyon ve süreklilik

»Yeni devlet« değil, restorasyon ve süreklilik

Avrupa’daki örnekler ışığında »Yeni Türkiye« tartışmalarına bir müdahale

Bu makale Politika Gazetesi’nin 45. sayısında yayımlanmıştır.

»Türkleri, oradaki farklı toplumsal sınıflar arasındaki ilişkiler farklı ırklar arasındakiler gibi karmakarışık olduklarından, Türkiye’deki egemen sınıf olarak tanımlayabilmemiz çok zor. Türk, duruma ve yere göre işçi, köylü, kesnekçi, ticaret adamı, feodalizmin en aşağı ve en barbar devrindeki bir feodal toprak sahibi, sivil memur veya asker olabilir; ama hangi sosyal konumda olursa olsun, o, ayrıcalıklı dine ve ulusa aittir – sadece o silah taşıma hakkına sahiptir ve en yüksek mevkide olan bir Hıristiyan, en alt sınıftan bir Müslüman ile karşılaştığında ona yol vermek zorundadır. Bosna ve Hersek’te halk kitleleri Rajah, yani Hıristiyan kalırlarken, Slav aristokratları İslam’ı kabul ettiler. Demek ki bu vilayette, aynı Müslüman Boşnak’ın Türk asıllı Müslüman din kardeşiyle eşit basamakta olması gibi, egemen inanç ve egemen sınıf özdeştir.«

Karl Marx ve Friedrich Engels, 23-28 Mart 1853, New York Daily Tribun

Marx ve Engels’in tarihsel süreçleri ve tarihsel koşulları duygusallıktan ve soyut formüllerden uzak, somut maddî güç ilişkilerini ve nesnel gelişmeyi temel alarak analiz masasına yatırma metodu, hiç kuşku yok ki, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Tarihsel süreçleri ve güncel somut gelişmeleri, geleceğin şekillendirilmesi ve güncel sorunların çözümüne yönelik bir programın geliştirilebilmesi için bu metotla ele almak, olası yanılgıları ve bu süreçlerin gerçeğe uymayan tahlili üzerinden yanlış bir siyasî programı ortaya koyma riskini en aza indirgeyecektir. Çünkü gerçeğe uymayan öznel bir tarih okuması, yapılmak istenilen tahlili yanlışa, güncel olanı açıklamayı ise soyut formüllere dayandırmaya yönlendirir. Bu nedenle Komünistler, Marx ve Engels’in metotlarına Leninci kararlılıkla sadık kalmakla yükümlüdürler. „»Yeni devlet« değil, restorasyon ve süreklilik“ weiterlesen

Irkçılar suçlu, ya biz?

Irkçılar suçlu, ya biz?

Bu köşe yazısı 16 Eylül 2017 tarihli Yeni Özgür Politika ve Özgürlükçü Demokrasi gazetelerinde yayımlanmıştır.

Alman faşizmi, Kızıl Ordu’nun büyük katkısı ve Sovyet insanlarının özverisi sonucunda yenildikten sonra, Dachau yakınlarındaki toplama kampına götürülen Dachau sakinleri ceset yığınlarını gördüklerinde, »bu vahşetten hiç haberimiz yoktu« diyorlardı. Sanki yaz günleri, krematoryumdan çıkan küllerin üstlerine kar gibi yağmasını hiç görmemişler, katledilen Yahudilerin, komünistlerin, sendikacıların mallarını yağmalamamışlar gibi… Tarih her zaman »hiç haberimiz yoktu« diyenleri yargılamıştır, yargılayacaktır. Tarihin alınlarına vurduğu damga hiç bir zaman silinmeyecektir. „Irkçılar suçlu, ya biz?“ weiterlesen